Osmanlıca Hakkında: Mehmet Doğan Dil Devrimi Manevi Bir Soykırım!
Osmanlıca
Osmanlıca Osmanlı Türkçesi Harfleri İle Yazılışı
*
Bismillahirrahmanirrahim
بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
*
Dr. Mehmet Doğan
Dil devrimi manevî bir soykırım!
Dünya dilleri içinde Türkçe, 20. yüzyılda başka hiçbir dilin maruz kalmadığı bir kıyım ve kırıma uğradı.
Bin yıllık, kendisiyle yüzbinlerce kitap yazılmış alfabesi yasaklandı. Osmanlı bürokrasisinde
Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar Uygur alfabesiyle yazan bitikçiler olduğu söylenir.
1929 yılından itibaren Türkiye bürokrasisi kendi yazısını unuttu, Latin harfleri ile ifade-i merama mecbur kaldı.
“Eski” alfabe ile yazılmış kitaplar dolaşımdan çıkarıldı, kütüphaneler kullanılmaz hâle geldi.
20. yüzyıl devrimler çağıydı. Fakat Türkçe hariç hiçbir dil böylesine tam teşekküllü bir “devrim”e maruz bırakılmadı.
Türkçe konuşan dünyada alfabe değişikliği sadece Türkiye’de yapılmadı. Türk dilli Sovyet topluluklarında da
değiştirildi. Hem de iki defa! Önce Latin alfabesine geçirildiler, sonra Kiril. Ne gariptir ki, her birinin Kiril’i farklıydı.
Sovyet sistemi çökünce Türkîler bin yıllık alfabelerine dönmeyi düşünmedi/düşünemedi.
Sovyetlerin din karşıtlığı baştan bu alfabeyi “gerici” ilan etmişti. Sovyetler çökmüştü ama yeni “müstakil”
devletlerin eski yöneticileri iktidardaydı. Latin alfabesine geçenler oldu, geçmeye çalışanlar da.
Kirille yoluna devam edenler de var…
Dil Devrimi olmasaydı harf inkılabı operasyonu yarım kalabilirdi. Kitap katliamı geçmişe yönelikti,
kelime katliamı ise geleceğe… Harfleri değiştirerek zihnimizden geçmişi sildik, geleceğimizi ise kelimeleri
yasaklayarak tahdit ettik. Edebiyatımıza, düşüncemize, muhayyilemize sınır çektik.
Sözlüğümüzdeki binlerce kelime tard edildi. Şemseddin Sami’nin 20. yüzyılın başında yayınlanan
Kamus-ı Türkî’sinde takriben 30 bin kelime vardı. Bu bir el sözlüğüydü. Dil Kurumu’nun ilk genel
Türkçe Sözlük’ünde ise kelime sayısı 15 bin! Cumhuriyet döneminin ilk resmî sözlüğü ancak bir
mektep lügati mesabesindeydi.
Başka bir ölçü verelim: Vilyam Redhouse Efendi’nin Kitab-ı Meani-i Lehçe’ sinde (A Turkish and English Lexicon)
90 bin madde başı kelime vardı, metin içinde ise 30 bin. Yayın yılı 1890 ve Türkçe Sözlük’ten 55 sene önce…
“İlerleme” diye buna denir! Redhouse Efendi önsözde ayrıca elinde daha fazla malzeme bulunmasına
rağmen yayıncının acelesi yüzünden tamamı-nı değerlendiremediğini de kaydeder.
20. yüzyılda Türkçe dünya dili olmaya yürüyordu. Batı ile erken temas, Batı dillerinden yapılan tercümeler
ve modem ilimlerin öğretimi Türkçeyi bazı hususlarda Arapça ve Farsçanın önüne geçirmişti.
19. yüzyılın sonunda Batı’nın fen ve sosyal bilimlerinde kullanılan terimlere karşılık Osmanlıcaları
üretildi. Batı’da kök dil addedilen İncil’in yazımında kullanılan Latince esas alınırken, Osmanlılar ise
Kur’an’ın dili Arapçayı esas aldılar. Bu bir medeniyet tercihiydi ve bu kelimeler artık klasik Arapçaya ait değildi.
MİLLÎ DEĞERLERE DÜŞMAN BİR MİLLİYETÇİLİK OLUR MU?
Dil Devrimi operasyonu kaba bir milliyetçi ifadeyle ortaya konuldu ve savunuldu: “Arap harfleri”
Türkçenin yazılmasına uygun değildi; yeni alfabeyse bu kusurlardan âri ve millîydi. Millîlik kılıfı altında
Latin alfabesi göklere çıkartılıyor, yüz yıllardır kullandığımız Araplar, Farslar ve diğer Müslümanların
müşterek alfabesi ise “Arap alfabesi” şeklinde öteleniyordu. Eğer bir alfabenin millî olmasının ölçüsü
Türkler tarafından kullanılmasıysa İslâmî yazı da bu durumda bize aitti.
Millî edebiyatın en büyük isimlerinden 1920’de genç yaşta vefat eden hikâyecimiz Ömer Seyfeddin’in
bir eserinden örnek verelim: Mahcupluk İmtihanı komedisinde yazar, Bîcan Efendi’ye Türkçeden
başka dil bilip bilmediği sorusunu sorduruyor. “Kuş dili” cevabının ardından “Yazısı da var mı?”
sorusunu ekliyor. Cevabı ise şöyledir: “Türkçe harflerle de yazılır, Latin harfleri ile de.”
Zamanın ünlü gazetecilerinden Falih Rıfkı (Atay) Latin alfabesi komisyonunda bulunmuştu. Meşhur eseri
Çankaya’da bu komisyondaki rolünden bahsetmektedir! Dil Devrimi döneminde gazeteci ve milletvekili
olarak Çankaya sofrasının müdavimlerindendi. Ömrünün son devresinde Dil Devrimi’yle ilgili kanaatini
değiştiren Atay, 18 Mayıs 1935’tarihli Hilal-i Ahmer gazetesinde şöyle yazıyor: “Bundan sonra torunlarınızın
anlayacağı bir dille yazacaksınız”.
Falih Rıfkı’nın bu iddialı ifadesini kâğıda geçirdiği günlerde gazeteler süel, kamutay, erkin, erkinlik, danak,
durluk, kaytaklık gibi kelimelerle doluydu. Bugün bu kelimeleri değil Falih Rıfkı’nın torunları, üniversitelerin
Türkoloji hocaları dahi anlamakta güçlük çekiyorlar. O zamanın gözde kelimelerinin çoğu unutuldu, bazılarının
ise anlamlan farklılaştı. O yüzden o günlerde yazılanların tam olarak anlaşılması mümkün değil!
Kültürün tarihîliği, Cumhuriyetçileri kültürel alana müdahaleden alıkoymadı. Dilin tarihîliği de, toplumun
malı olması da umursanmadı.
Düşünmek için dile muhtacız. Eğer dil geçmişten devralınan bir yapı olmasaydı, bizden öncekilerin
yaptıklarından habersiz hayata sıfırdan başlamak zorunda kalacaktık. İnsan hafızadır. Onu kaybettiğinde
sadece bedendir. Bir milletin hafızası dilidir, onun kaybı kitleleri ruhundan yoksun hâle getirir. Kelimelerin
değişmesi düşüncemizi etkilemekle kalmaz, toplum hayatını da etkiler.
TIP TERMİNOLOJİSİ, TÜRKÇE YERİNE LATİNCE!
Türkiye’de Dil Devriminin en hızlı dönemlerinde “Latince kurs” modası vardı. Kursların hedefi “arı Türkçe” “
Öztürkçe” olarak gösteriliyordu fakat ne hikmetse Latince dersleri veriliyordu. Türkiye’de modern tıp öğretimi
19. yüzyılda II. Mahmud zamanında başladı (1827). Zamanın padişahı Fransızca başlayan bu öğretimin
kısa zaman sonra Türkçeleşeceğini söylemişti. 1850’lerden itibaren Türkçe öğretime geçilmeye başlandı
ve 1870’te bu süreç tamamlandı. 19. yüzyılın sonunda Latince terimlerin tümünü karşılayacak Osmanlıca
tıp terminolojisi ortaya konulmuştu. Şam’da dahi Türkçe öğretim yapan Tıbbiye açılmıştı. Dil Devrimi sırasında
Tıp Fakültesi’nde terminoloji sessizce Latinceye çevrildi![/alert]
CİNNET HALİ
Öncesi olmayan bir dil ciddi iletişim problemlerine yol açar. Dille inşa edilen edebiyatı, İlmî ve fikrî faaliyetleri
imkânsız hâle getirir. Türkiye bunu belli ölçülerde yaşadı. Dilin zorla değiştirilmesi edebiyatın ve ilmin
gelişmesini sınırladı. Bugün, 20. yüzyılın başında yazmaya başlamış veya yetişmiş büyük ediplerimizin
ölçüsünde güçlü yazarlarımızın olmayışını ancak böyle açıklayabiliriz. Dili baştan yaratmak gerçek
ifadesiyle bir cinnet hâlidir.
Hatırlamayı sağlayan, idraki belirleyen dil, geçmişteki tecrübelerin korunmasına yardımcı olur.
Kesintiye uğramamış bir dil düşünmeyi objektifleştirir. Dildeki cebrî değişiklikler düşüncemizi belli
nispetlerde nesnellikten uzaklaştırır.
Dili, kültürü, değerleri, medeniyet unsurları yok edilen bir millet neden gerekli tepkiyi gösteremedi?
Bunun birçok sebebi var. En önemlisi yıkıcılığın “milliyetçi” ve hayırhâh bir ifadeye dayandırılmasıdır.
19. yüzyılda esasında “Müslüman” olarak tanımlanan halklar Balkan ve Kafkasya coğrafyalarından
büyük ölçüde sürüldüler. Kültür, inanç, düşünce ve hayat tarzlarıyla birlikte yaşadıkları topraklardan
koptular. Müslüman unsurların bu topraklardan temizlenmesi, sırf nüfusla sınırlı kalmadı. Müslümanları
ve Müslümanlığı (Osmanlılığı, Türklüğü de denilebilir) hatırlatan her unsur itinayla temizlendi.
Bu acı son derece intikamcı, milliyetçi duyguların şiddete dönüşerek dışa vurmasıydı.
Maruz kaldığımız bu sert milliyetçi darbe şuur altımızda çok derin izler bıraktı. Onların dilinden konuşarak,
onlar gibi hareket ederek onlara karşı gösteremediğimiz milliyetçi tepki daha sonra içe doğru işleyen, kendini
tahrip eden bir toplum mühendisliğine dönüştü.
Dil Devrimi geniş kitlelere bir “Türkçeleşme” veya “öztürkçeleşme” faaliyeti olarak sunuldu. Hâlbuki bu
uygulamalar kısa vadede Türkçenin fakirleşmesine, uzun vadede ise yabancı dillerin hâkimiyetine zemin hazırladı.
Yazıyla uğraşmak ister istemez Türkiye’de uygulanan dil siyasetinin sonuçlarıyla karşı karşıya kalmayı gerektirir.
Bu hususta her tercih yazarın ifadesinin tesirini, eserinin gücünü, toplum içindeki etkisini tayin eder.
Binlerce yıl içinde teşekkül eden dilimiz 30-40 yıllık müdahale, düzenleme ve baskılarla doğal mecrasından
çıkarılmaya çalışıldı. Bu hususta tam manasıyla muvaffak olunmuş mudur? Mutlak bir muvaffakiyet
söz konusu değil elbette. Fakat etkisi ne seviyede olursa olsun bu müdahaleler bizi dil, iletişim ve kültürle
ilgili ciddî sıkıntılara sokmuştur.
TERCÜME Mİ, TARİF Mİ?
Öztürkçenin sefaletini anlamak için tercümelere bakmak yeterlidir, Mevcut kelimeler yabancı metinleri
tercüme etmeye yetmediğinden tarif yoluna gidiliyor, Türkçe bu tercümanların elinde adeta ‘tarifi’
bir dil hâline getirildi. Tercüme yapılırken bir anlamı karşılayan kelime veya bir kaç kelimelik terkipler
yetersiz gelince, tarif ve açıklama mahiyetindeki cümlelere ihtiyaç duyuldu. Bunu sadece tercüme işinin
müptedileri değil, çok sayıda kitabı ve tercümesi olan ustaları da yaptılar. Sonuçta kitabın asimin yansı
kadar hacmi genişlemiş metinler çıktı ortaya.
Dil başka bir dille anlaşılır, tasvir edilir. Bir dilin ifadeleri dengi olan başka bir dilin ifade gücüyle
aktarılabilirse ortaya iyi bir tercüme çıkmış olur. Bugün bazı tercümeler Türkçeyle değil “Öztürkçe”
denilen kifayetsiz dille yapılmaya çalışılıyor, “öztürkçe” İngilizcenin ifade imkânlarını karşılayacak güce,
niteliğe, derinliğe sahip değildir ki bu tercümelerde açıkça görülmektedir.
Türkçe-İngilizce sözlükler 19. yüzyılın sonundan beri mütemadiyen kelime kadrosu küçültülerek
hazırlanmaktadır. J.W. Redhouse’ın 1890’da basılan sözlüğü Kitab-ı Meani-i Lehçe
(A Turkish and English Lexicon) bugüne kadar yayınlanan Türkçeden İngilizceye sözlüklerin
en genişi ve kapsamlısıdır. 1938’de hazırlanmaya başlanan ve 1950’de basılan Redhouse Sözlüğü
60 yıl sonra çıkmış olmasına rağmen ilki kadar geniş değildi. Bu sözlük 40 yıl kadar sürekli
basıldı ve sonra yayıncılar Türkiye’deki duruma bakarak yeni bir sözlük hazırlatmayı gerekli gördüler.
ÇAĞDAŞ
İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğü 1990’larda hazırlandı ve neşredildi. Bu eser 20. asırda yaşayan
Türklerin kullandığı sözlüklerin ne kadar daraldığını açıkça göstermektedir. Müessese bu daralmayı da
aşın bulmuş olmalı ki, 2000 yılında Türkçe-İngilizce Redhouse Sözlüğü’nü yayınladı. Önsözde yapılan
açıklamada şu bilgiler verilmektedir: “… Çağdaş Türkçe İngilizce Redhouse Sözlüğü’nün yeni baskısıdır,
ilk baskıdaki yanlışları düzeltmenin yanı sıra sözlüğe yeni maddeler ekledik ve var olan maddelerin
çoğunu genişlettik ya da yeniden yazdık. Bazı maddeleri örneklerle zenginleştirdik.”
İngilizcenin kelime hâzinesi bakımından ilk Redhouse Sözlüğü’nün yayınlandığı 1890’dan bugüne
nasıl bir gelişme kaydettiği bütün dünyanın malûmudur. Peki, Türkçe geçen zamanda diliminde neden
tersine bir değişime uğramış ve kelime kapasitesi daralmıştır? Bu sorunun cevabını Türkçe konuşan
ve yazan herkes düşünmek zorundadır. Eğer dilimizin gelişimi tabiî seyrine bırakılsaydı Redhouse
sözlüklerindeki Türkçe kelime sayısı İngilizceden aşağı kalmayacaktı. Bu daralma tercüme kitap okuma
zevkimizi yok ettiği gibi okuyucuları da Türkçenin ifade güzelliklerinden mahrum bıraktı.
1940’LARDAN SONRAKİ SEYİR
Yol açtığı problemler değerlendirildiğinde Dil Devrimi aracılığıyla devletin, açıkça kendi toplumunun
millî değerlerine meydan okuduğunu görüyoruz. Gelinen noktada elimizde etnik temizliğe maruz
bırakılan kelimeler, ihtiyaçtan bir süre yaşamasına izin verilenler ve sentetik olarak yapılmış, kabul
görme veya yaygınlaşma şansı olmayan Türkçe “sözcük”ler mevcut.
Türkçenin binlerce yıllık müktesebatı etnik temizlik saplantısına kurban edildi. Millî hafızamızı şekillendiren
zevk-i selim, hiss-i selim, hayata ve dünyaya karşı geliştirdiğimiz va-rolma tarzımızla birlikte, bunlar
kadar önemli olan, kritik anlarda ayakta kalmamızı sağlayan mukavemet üretici değerlerimiz de
Dil Devrimi tarzındaki müdahalelerle dönüştürülmek istendi.
Sonradan icat edilen sentetik Türkçe, zihnî işleyişimizi sekteye uğratarak düşünme yeteneğimizi, akıl
yürütme gücümüzü zayıflattı. Sonuçta derinliksiz, ifade imkânları fevkalade kısıtlı bir dile mahkûm edildik.
Dil Devrimi’ni müdafaa edenlerin bugün dahi en önemli problemi anlamı ıskalamalarıdır. Bir kelimenin
yerine yenisini koymak, eski kelimenin bütün anlam ve derinliğinin aktarılması sonucunu vermez.
Kelime tasfiyesiyle -her birine doğru karşılık verilse bile- tam manasıyla olumlu bir sonuç elde edilmesi
beklenemez. Çünkü kelimenin manada derinlik ve genişlik kazanması uzun süreli kullanımla mümkündür.
Yeni kelimeye bunların olduğu gibi aktarılması ise imkânsızdır.
Acaba 20. yüzyılda milletin dini değiştirilemeyeceği için mi dili değiştirilmek yoluna gidildi?
Yine yaşadığımız asırda hiçbir toplumun dili böyle bir ameliyeden geçirilmedi. Üstelik bu uygulama
sırasında sadece kelime tasfiyesiyle yetinilmemiş, sözdizimine/ sentaksa müdahale etmek dahi ciddi
olarak düşünülmüştü. Türkçenin sentaksının değiştirilmesi fikrinden daha sonra vazgeçildi fakat
Nurullah Ataç gibi bazı aşırılar “devrik tümce” sloganıyla Türkçenin sözdizimini bozma yönünde
gayretlerini sürdürdüler.
Türkçe ilk yazılı metinlerinden beri birçok dilden kelime almış, fakat cümle yapısını günümüze kadar
korumuştur. Eğer sentaks da değiştirilseydi dil devrimi kemâle ulaşmış olacaktı!
“Etnik temizlik” mantığıyla yürütülen Dil Devriminin Rumeli, Kafkasya ve Doğu Anadolu’da
yaşadığımız ve ma’şerî (ortak) şuurumuzun derinliklerine işleyen katliamlar, sürgünler ve göçlerden
herhangi bir farkı var mıydı? Dil Devriminin sonuçlarına ve lisanımızın mevcut ahvaline baktığımızda
hissettiğimiz hüzün ve ıstırap, tarihimize damgasını vuran bu kanlı katliamların uyandırdığı acılara
eşdeğerde olmalıdır.
Evlad-ı fâtihandan bir Rumeli çocuğu olan ve doğduğu yerlere hasretini samimiyetle eserine yansıtan
Yahya Kemal ünlü “Açık Deniz” şiirinde şunları söyler:
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular
Mahzun hudutların ötesinde akan sular,
Onun sarih olarak ne demek istediği ortada. Fakat bu beyti Türkçe açısından da yorumlayabiliriz.
Türkçe artık mahzun hudutların ötesinde mazimizi, birikimimizi taşıyan gür bir nehir olarak akmaktadır.
Lakin o gür nehirde artık Türkçe yazan ve konuşanlar kulaç atamazlar. Çünkü bugünün Türkleri bu gür
nehrin çekildiği alanlarda kalan kokuşmuş küçük su birikintileriyle meşguldür.
DİLDE ETNİK TEMİZLİK!
Türkçenin kıyımdan geçirildiği 1930’lardan sonra 1945’te Dil Kurumu ilk Türkçe Sözlüğü’nü yayınladı.
Bu sözlük Türkçenin kelime kadrosunun nasıl bir etnik temizliğe maruz bırakıldığının açık bir örneğidir.
Kendinden önceki umumî Türkçe sözlüklerin en fakiridir ve Cumhuriyet devrinin İlk nesillerinin nasıl dar
bir kelime dağarcığına mecbur edildiğini gösterir. Dünyanın hiçbir dilinin lügati böyle geçici bir süre
kullanılan teklif nev’inden uydurma kelimelerle doldurulmamıştır.
Umumî bir sözlük o dilin ifade imkânlarını en geniş şekilde ortaya koyacak bir söz varlığına dayanmalıdır.
Hâlbuki bizim sözlüklerimizde tercih edilen ifade imkânlarının genişliği değil, sadece seçilmiş dar bir
kelime kadrosuyla ifadeye izin verilmesidir.
Bu uygulamalara bakarak bugün daha net bir şekilde, sosyal ve kültürel alana müdahalenin Türkiye’yi
içinden çıkılması zor buhranlara sürüklediğini söyleyebiliriz. Sözlüğümüz sınırlanırken zihnî faaliyetlerimiz,
bilme ve düşünme kapasitemiz de daraltılmıştır.
Son iki yüzyıllık tarihimizde önce fizikî varlığımız yok edildi, sonra dilimizin ve kültürel unsurlarımızı yok
edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak iddiası,
yıkıcı uygulamalarla yabancı dillerin istilasına dönüştü. Dil Devrimi (veya inkılâbı) olarak ifade edilen
kavramın dünya dillerinde karşılığı bile yoktur. Dil Devrimi mesela İngilizceye her defasında “dil ıslahı/reformu”
(language reform) olarak çevrilmekte ve tüm dünyaya böyle takdim edilmektedir.
Dil Devrimi uygulamalarındaki aşırılıklardan zamanla uzaklaşıldı. 1935 yılından itibaren itidal yoluna dönüldü.
Bununla beraber aşırılığı ve yıkıcılığı benimseyenlerin tahripleri devam etti. Nitekim daha 15 küsur yıl
önce görev yapan Millî Eğitim Bakanlarından biri dilimizin bin yıllık kelimelerini yasakladı. Türkçeyi ve
Türk Edebiyatı’nın bin yılını yok sayacak bir müfredat operasyonuna girişti. Eğer o zatın planladıkları
hayata geçirilebilseydi, tüm öğretim kademeleri İngilizcenin hakimiyetine bırakılacaktı.
Günümüzde devlet bir taraftan kaypak bir Öztürkçeyi esas alırken öte taraftan da Latince ağırlıklı,
Batı dillerinden aktarma kelimelerden oluşan geniş bir sözlük oluşturuyor. Çok yakın zamanda devleti
anlayabilmek ve 10 binlerce sayfalık resmî metinleri çözümleyebilmek için Latince, Fransızca veya
İngilizce bilmek mecburiyetinde kalacağız.
Anlambilim (semantik) Türkiye’de yürütülen zorlayıcı dil politikalarının neredeyse tamamen dışarıda
tuttuğu bir alandır. Dili ve kelimeleri rastgele değiştirerek yeniden kurmak isteyenler, kelimelerin tarih
içinde kazandığı anlamlan, cümle içindeki ağırlıklarını, ifade derinliklerini, hassasiyet belirten yönlerini
ve bağlantılarını asla dikkate almazlar. Esasında anlamı sürekli ıskalarlar. Böylece anlaşılmak kaygısı
çekmeden üst perdeden emredici bir anlatma yolunu seçerler. Böyle hareket edenlere karşı en doğru
yaklaşım manayı dilin merkezine yerleştirmektir.
D. Mehmet DOĞAN - Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı, Türkiye Aile Birliği Yüksek İstişare Kurulu Üyesi
*
🌐 Osmanlıca Lisan-ı Osmani Beytullah YILDIRIM
🎬 Youtube: Osmanlıca Lisan-ı Osmani
✔️ Osmanlı Türkçesi Okumaları
✔️ Eskimez yazı, Kur'an elifbası alfabesi, Kadim Türkçe
✔️ Sayfamıza destek için abone olmanızı istirham ederim
✔️ Kıymetli yorum ve önerilerinizi lütfen yazınız
✔️ Yeniliklerden haberdar olmak için bildirim zilini açmayı unutmayınız
🔗 Blogger: https://osmanlicalisani.blogspot.com
✅ iletişim: osmanlicatr@gmail.com
#Osmanlıcalisanı #Türkçe #Osmanlıca #öğreniyorum #Arapça #Farsça #derseri #OsmanlıTürkçesi #hatörneklleri #hatlevha #hatsanatı #hattat #OsmanlıDevleti #Türkiye #şair #şiir #edebiyat #divan #Okuma #edebimetin #küfi #sülüs #nesih #talik #celidivani #divani #rika #celitalik #celisülüs #söz #gazel #ketebe #kitabe #beyit #darbımesel #kelam #tezhip #müzehhip #minyatür #ottoman #language #Şuküfe #OsmanlıcaDersleri #عثمانليجه #BeytullahYILDIRIM #Bismillahirrahmanirrahim #MehmetDoğan #lisan #dil #devrimi #bir #soykırım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuzu yazınız...